
Tuna ŞERBETÇİ
KEDİ KURNAZ DA FARE APTAL MI?
Merhaba. Haftanın ilk iş günü istedim ki değişik bir konu kaleme alayım; samimiyetsiz insanların topluma nasıl gülümsediğini, vitrin insanı olup parlatılarak sunulduğunu, gram samimiyet taşımadığını, sahte tebessümlerle ortalarda gezdiğini, aslında bu ve bu tip insanların iyi gün dostu olduklarını anlatan bir yazı… Hayatın içinden cümlelerle, sevdiğim bir söz işe başlayayım; “Kedi kurnaz da fare aptal mı?”
İnsanın da bir vitrini olur mu diye düşünüyorum... Bir mağazaya girmemiz için vitrininde dikkatimizi çekecek şeyler olmalı ki aradığımız şeyi bulacağımıza inanıp, o mağazaya girelim… Öyle değil mi? Peki, ne zamandır insanların da bir vitrini olması gerekiyor?
Çok eskilerden gelen bir hikâye var: Nasreddin Hoca, bir gün tanımadığı bir yerde düğüne gider. Davetsiz misafir ya, kılık kıyafeti düzgün ve iyi olmadığı için itibar ve iltifat görmez, kapıdan geri çevrilir. Hoca, bu duruma çok bozulur. Hemen evine gider, gösterişli kürkünü üstüne giyer ve tekrar düğüne gider. Bu sefer itibar ve iltifatın sınırı yoktur. Başköşeye oturtulur. Yemekler gelince sofraya buyur edilir. Hoca, sofranın başına kürkünü yerleştirip, “Ye kürküm ye. Bu iltifat ve ikram bana değil, sanadır” der…
Bu hikâyeden de bildiğimiz gibi, vitrinimiz ile ağırlandığımız ve karşılandığımız eskilerden beridir böyleymiş... Şimdilerde gittiğin misafirlikte bile değil, girdiğin mağazada seni nasıl karşılayacaklarına kıyafetinden karar veriyorlar. Eğer girdiğin mağazanın fiyatları senin üzerinde giydiklerinden pahalı görünüyorsa; tezgâhtarlar girdiğin mağazada “Hoş geldiniz” bile demiyor... Yani önemli olan alıp almayacağın değil; eğer vitrininizi beğenmedilerse “Hoş geldiniz” demeye bile değer olmuyorsunuz…
Bir insanın zarafeti ve güler yüzünün hiçbir değeri olmuyor. Bundan sebeptir ki insanlar artık ne hissettiklerini değil, nasıl göründüklerini, karşıya ne hissettirdiklerini daha çok önemsiyor. Değer görmeye çalışarak kendi olmayı unutan onlarca hatta binlerce insan var...
Herkes bir yerlerde birilerine kendini ispat etmeye çalışıyor…
Söylediklerim kendi standartları ile giyinen insanlara değil tabii. Etraftan gelen yorumdan korktuğu için olduğundan farklı görünmek zorunda hissedenlere… Temiz, düzenli ve özenli giyinmek değil, markalı giyinmek gerektiği algısını bir şekilde hayatımızdan çıkarmalıyız. Mevlana’nın şu sözünü çok beğenirim: “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.”
Ancak günümüzde bu sözün anlamı giderek kayboluyor... İnsanlar, iç dünyalarını ve gerçek benliklerini göstermek yerine dış görünüşleriyle değer kazanmaya çalışıyorlar. Bu durum, toplumda sahte bir değer anlayışının yayılmasına neden oluyor. İnsanlar, sahip oldukları maddi varlıklarla, giydikleri markalı kıyafetlerle ve kullandıkları pahalı eşyalarla kendilerini değerli hissetmeye çalışıyorlar. Oysa ki gerçek değer, insanın iç dünyasında, ahlakında ve bilgeliğinde saklanıyor…
Bu sahte değer anlayışı, insan ilişkilerini de olumsuz etkiliyor. İnsanlar, birbirlerine karşı samimi ve dürüst olmayı unutuyorlar. Herkes kendini karşısındakine ispat etmeye çalışırken, gerçek duygularını ve düşüncelerini de saklıyor... Bu durum, ilişkilerin yüzeysel ve geçici olmasına neden oluyor…
Toplum olarak, bu sahte değer anlayışından kurtulmak dileği ile…
Başka bir konuda, bir başka yazı dizimde görüşmek dileğiyle;
Allah’a emanet olun…

İnsanın da bir vitrini olur mu diye düşünüyorum... Bir mağazaya girmemiz için vitrininde dikkatimizi çekecek şeyler olmalı ki aradığımız şeyi bulacağımıza inanıp, o mağazaya girelim… Öyle değil mi? Peki, ne zamandır insanların da bir vitrini olması gerekiyor?
Çok eskilerden gelen bir hikâye var: Nasreddin Hoca, bir gün tanımadığı bir yerde düğüne gider. Davetsiz misafir ya, kılık kıyafeti düzgün ve iyi olmadığı için itibar ve iltifat görmez, kapıdan geri çevrilir. Hoca, bu duruma çok bozulur. Hemen evine gider, gösterişli kürkünü üstüne giyer ve tekrar düğüne gider. Bu sefer itibar ve iltifatın sınırı yoktur. Başköşeye oturtulur. Yemekler gelince sofraya buyur edilir. Hoca, sofranın başına kürkünü yerleştirip, “Ye kürküm ye. Bu iltifat ve ikram bana değil, sanadır” der…
Bu hikâyeden de bildiğimiz gibi, vitrinimiz ile ağırlandığımız ve karşılandığımız eskilerden beridir böyleymiş... Şimdilerde gittiğin misafirlikte bile değil, girdiğin mağazada seni nasıl karşılayacaklarına kıyafetinden karar veriyorlar. Eğer girdiğin mağazanın fiyatları senin üzerinde giydiklerinden pahalı görünüyorsa; tezgâhtarlar girdiğin mağazada “Hoş geldiniz” bile demiyor... Yani önemli olan alıp almayacağın değil; eğer vitrininizi beğenmedilerse “Hoş geldiniz” demeye bile değer olmuyorsunuz…
Bir insanın zarafeti ve güler yüzünün hiçbir değeri olmuyor. Bundan sebeptir ki insanlar artık ne hissettiklerini değil, nasıl göründüklerini, karşıya ne hissettirdiklerini daha çok önemsiyor. Değer görmeye çalışarak kendi olmayı unutan onlarca hatta binlerce insan var...
Herkes bir yerlerde birilerine kendini ispat etmeye çalışıyor…
Söylediklerim kendi standartları ile giyinen insanlara değil tabii. Etraftan gelen yorumdan korktuğu için olduğundan farklı görünmek zorunda hissedenlere… Temiz, düzenli ve özenli giyinmek değil, markalı giyinmek gerektiği algısını bir şekilde hayatımızdan çıkarmalıyız. Mevlana’nın şu sözünü çok beğenirim: “İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlakıyla uğurlanır.”
Ancak günümüzde bu sözün anlamı giderek kayboluyor... İnsanlar, iç dünyalarını ve gerçek benliklerini göstermek yerine dış görünüşleriyle değer kazanmaya çalışıyorlar. Bu durum, toplumda sahte bir değer anlayışının yayılmasına neden oluyor. İnsanlar, sahip oldukları maddi varlıklarla, giydikleri markalı kıyafetlerle ve kullandıkları pahalı eşyalarla kendilerini değerli hissetmeye çalışıyorlar. Oysa ki gerçek değer, insanın iç dünyasında, ahlakında ve bilgeliğinde saklanıyor…
Bu sahte değer anlayışı, insan ilişkilerini de olumsuz etkiliyor. İnsanlar, birbirlerine karşı samimi ve dürüst olmayı unutuyorlar. Herkes kendini karşısındakine ispat etmeye çalışırken, gerçek duygularını ve düşüncelerini de saklıyor... Bu durum, ilişkilerin yüzeysel ve geçici olmasına neden oluyor…
Toplum olarak, bu sahte değer anlayışından kurtulmak dileği ile…
Başka bir konuda, bir başka yazı dizimde görüşmek dileğiyle;
Allah’a emanet olun…

Yayınlanma Tarihi : 1/4/2024 19:03
Okunma Sayısı : 224
Okunma Sayısı : 224
MURATLIMIZIN EN BÜYÜK SORUNU NEDİR?
Çevre ve hava kirliliği
Ulaşım ve otopark
Çarpık kentleşme
Alt yapı ve kanalizasyon
Asayiş ve uyuşturucu
Yeşil alan ve parklar
Yol ve kaldırımlar
Günlük Kurlar